2019

21/09/2023 - 25/11/2023


Zilberman | Istanbul olarak Yekhan Pınarlıgil küratörlüğünde gerçekleşen ve Ateş Alpar, Alpin Arda Bağcık, Aïda Bruyère, Guido Casaretto, Isaac Chong Wai, Bawer Doğanay, Memed Erdener, Camille Henrot, Fatoş İrwen, Zeynep Kayan, Maria Klonaris & Katerina Thomadaki, Jaffa Lam Laam, İz Öztat, Furkan Öztekin, Erinç Seymen ve Lucia Tallová'nın eserlerinden oluşan 2019 başlıklı grup sergisini duyurmaktan mutluluk duyarız. 1993 yılında Maslak Oto Sanayi Sitesi'nin hemen yanındaki araba mezarlığında açılan ve kısa sürede kült statüsü kazanan gece kulübü 2019'un duyusal anısını canlandıran sergi, 21 Eylül - 25 Kasım 2023 tarihleri arasında ziyaret edilebilecek.

Doksanlı yıllarda 2019 asla erişilemeyecek bir gelecek gibiydi. Hayal edilemeyecek kadar uzak, uzak olduğu için de olasılıklarla dolu bir tarih. Bir bilim kurgu filmini çağrıştırıyordu. Bugün 2019 hiç var olmamış bir geçmiş gibi. Pandemiye kurban edilmiş, tortu bırakmamış, varla yok arası, bir yıllık zaman dilimi.

Doksanlı yıllarda 2019 bir gece kulübüydü. Gelecekten alıntı bir özgürlük alanı, rutin ve kontrollü hayatın egemenliğine direnen bedenlerin transa geçercesine dans ettikleri bir vaha. Bugünden bakınca hiç var olmamış gibi. Travesti ninelerin anlattıkları puslu bir hikaye, bir masal, giderek unutulan bir şehir efsanesi. 

Gece insanlığın bilinçaltına giden bir yoldur. Kapkaranlık bir sokak, kasvetli ve ürkütücü bir atmosfer, insanı içine çeken bir masal, hatta bir büyüdür. Yolu sonuna kadar takip etmeye cesareti olanları ağır, metal bir kapı karşılar. Kapının hemen arkası bir cümbüş alanı. Rengarenk ışıklar, sonu gelmez bir ritim, müzik, dans ve trans.

Beyoğlu ya da masaldaki adıyla Pera’da geceler oldum olası çok hareketli. Yakın geçmişin çetrefil derinlikleri dahi tantanayı gölgeleyemiyor. Gazinolar, içkili ya da içkisiz avrupai mekanlar. Yeni gelen göçmenlerin bavullarından çıkardıkları arabesk, arabeskin melankoli dolu pavyonları. Sonra batıya pencere açan caz barlar. Ve tabi diskotekler ve dancing haller. Askeri darbelerin, ekonomik krizlerin, faili meçhul cinayetlerin ve pogromların gölgelerine rağmen, sokak gösterileri, bir mayıslar ve tramvaylar eşliğinde bol hareketli gece hayatı.

Bu şenlikli kargaşaya seksenlerin karanlığı haliyle darbe vuruyor, ancak kurşuni atmosfer aralanır aralanmaz Beyoğlu’nda gece hayatı yeniden hareketleniyor. Hatta belki de bu kez daha güçlü, daha derinden geliyor cümbüşün sesi. Café cognac içilen müşterisi az ama nezih barlardan yumuşak melodiler dökülüyor ortalığa. Salaş mekanların sesi bastırıyor sakinliği. Metal ve head bang! Bir de elektronik müzik karışıyor gecelerin hareketine. O döneme kadar tahayyülü zor alternatif « garip » mekanlar var artık. Valentino, Vat 69 ve 1001. Onları Yeşil ve 14 izliyor. 19 ve 20 en revaçta olanlar. Parfüm bulutlarının arasından giriliyor, terden sırılsıklam çıkılıyor. Spotlar, neonlar, mavi saçlı çok uzun kadınlar, ciğerlerde hissedilen baslar, ritim, tekno, dans ve trans.

Tabi bir de yazlık 2019 var. Anısı kült olmuş gece kulübü, hepsinden biraz daha farklı bir yerde. Maslak Oto Sanayi Sitesi'nin hemen yanındaki araba mezarlığında 1993’te açılıyor. Hapishane kapıları ya da sınırlardaki gözetleme kulelerini hatırlatan bir girişi var. İçerisi dışarıdan tamamen bağımsız, gözetlemek imkansız. Kuleden geçiş sıkı bir kontrole tabi. Sonrası başka bir ülke ya da içi dışarıdan çok daha özgür bir hapishane. Sahneye araba enkazların aralarına açılmış patikalardan ulaşılıyor. Üzerinde bol makyaj, envai çeşit renk, ünlü dj’ler, kıvrak gösteriler ve dehşet şovlar, gökyüzünün hemen altında çılgınca bir ritimle dans eden hepsi birbirinden farklı, tekilliklerini tenlerinde taşıyan bedenler.

Zilberman’ın üç mekanında açılan sergi, 2019’un ışığında, 80’lerin sonundan 2000'lerin başına kadar yayılan kısa dönemde, İstanbul'un gece hayatında beliren bu vahaların hafızasını tutmayı hedefliyor. Hafıza derken, akla ilk geldiği gibi, belge toplamak ve rasyonel bir tarih yazımı, kısacası entelektüel bir egzersiz değil. Tamamen tensel belleğe odaklanan öznel bir yolculuğa çıkmak amaç.

Bugün şehrin sokaklarında hatta dehlizlerinde dolaşırken otuz yıl önce yeşeren o zamanın tanımsız heyecanlarını, tektipleştirilememiş bireylerini ve her şeyden önemlisi dans pistinde ve araba enkazlarında hüküm süren özgürlük hissini hatırlatacak hemen hiçbir şey yok. Zaman durmuş, çamaşır suyunda yıkanmış ve dikenli tellerde kurutulduktan sonra Pera’nın üzerine serilmiş gibi. Sergi tam da bu noktada izleyenlere hatırlatmak değil, hissettirmek amacında. O zamanlarda gece kulübünün pistinde kıvrılan bedenlerin deneyimledikleri hisleri tetiklemek, ziyaretçileri içine çekerek onlara bir an olsun bugünü unutturup, 90’lardan geleceğe baktıracak bir yerleştirme olmak hedefinde. 2019 unutulmuş hislere, yitirilmiş özgürlüklere ve kayıp zamana bir yolculuk.

Ateş Alpar, toplumsal bellek, iz ve daha geniş bir şekilde kontrol mekanizmaları üzerine özellikle performans, video ve fotoğraf alanında çalışıyor. Sanatçının sergide yer alan Fısıltılı Tutkular isimli serisi, 2013'ten bu yana oluşturduğu 7000’den fazla fotoğrafı içeren arşivin bir parçası. Alpar, Beyoğlu'ndaki gece kulüplerinde sahne alan crossdresserlar ve drag queenlerin performanslarını görüntülüyor. Sergide yer alan kesit, bu performanslarda sıklıkla yinelenen, neredeyse gösterge haline dönüşmüş bazı jestlere odaklanıyor. Belki 2019’un sahnesinde, belki de Beyoğlu’nun karanlık sokaklarındaki barlarda, gecenin meleklerinin ya da belki bizim çocukların çığlıkları şarkıya, defilelerdeki voguingi andıran düşüşleri reveransa dönüşüyor. 

Alpin Arda Bağcık çalışmalarında sıklıkla kitlesel basın yayın aygıtlarının gerçeği ne şekilde kurguladığını tartışıyor. Sergideki Loksapin adlı eserde televizyon dilinin kullandığı bir prosedür ön planda. Ekranda ne akıyorsa kesiliyor, aciliyetin altını çizerek, uyarı ihtiva eden bir haber bülteni araya giriyor. Bir olay var, bir skandal, düzeni bozan bir durum. Belki de Beyoğlu gecelerinden canlı yayın var, uyku kaçıran bir şeyler olmuş, yine karanlık ve travestiler, yine eğlence ve baş dönmesi, verimliliğin sonsuz döngüsü bozulmuş. Yarın ekonomi ve ideoloji acaba aynı şekilde sakin hükümlerine devam edebilecekler mi? Pek de belli değil sanki. Birileri dans etmeyi öğrenmiş, birileri geceleri başka yaşamaya başlamış. Sanatçı, televizyondan ödünç aldığı, hemen hepimizin aşikar olduğu içeriği önce yağlı boyayla tekrar üreterek bağlamından uzaklaştırıyor. Bu şekilde arada oluşan mesafe içeriye eleştirel bir gözle yaklaşmayı sağlıyor. Sonrasında imgeyi kendi geliştirdiği bir teknikle defalarca kopyalayarak çoğaltıyor, ancak her yeni kopya bir öncekine göre giderek daha flu çıkıyor. Gerçekleri inandırıcılıkla olan yakınlığından uzaklaşıyor. Adeta sarhoş bir imaj! İçerik sarsılıyor ve salt bir form, içeriğin boşluğunu ihbar eden bir çepere dönüşüyor.

Aïda Bruyère Mali’de doğmuş ve büyümüş, sonrasında sanat eğitimine, Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nde devam etmiş. Üretimi doğal olarak her iki taraftan de etkileniyor. Bir yandan pop kültürden, diğer yandan da Mali’deki deneyiminden ve özellikle Bamako’nun gece hayatından izler taşıyor. Sergideki yerleştirmesi Never Again Batı Afrika'nın bir çok şehrindeki barlarda bulunan duvar resimlerinden esinlenerek çizilmiş çarpıcı bir fresk. Duvarı baştan başa kaplayan endişesiz bir şekilde uzanmış devasa bir beden. Dans edenlere nispet yapan bir havası var, belki bir plaj kıyısında belki de 2019’un enkazlarındaki koltuklardan birinde. Şuh ve şaibeli bir duruşu var. Aïda Bruyère’in eserlerinde Paris’ten geçerek İstanbul’dan Bamako’ya uzanan bir gece hikayesi var. Gözü kara bir savaşçı Aïda Bruyère, silahları nail art, bootyshake ve makyaj. 2019 sahnesinde bir orduya dönüşüyorlar, kalçalarını sallayan, dil çıkaran, kılıç gibi tırnakları ruj kırmızısı, transa geçmeye, saldırıya, sonu gelmeyecek ışıltılı bir geceye hazırlanan bir güruh. Gerisi baş döndürücü bir twerk!

Bawer Doğanay’in çok renkli hareketli ve fantastik bir dünyası var. Bazen bir duvar ressamı, bazen de son derece duygusal sahnelere imza atan bir dramaturg. Sergide, gece hayatından etkilenerek yaptığı tuvaller neredeyse 2019’un dans pistinden alınmış kareler. Kendilerinden geçerek, kendilerini ritme bırakan insanlar var. Işıklar birer mızrak, ya da devasa tırnaklar, gecenin içinden geçerek dans eden bedenlerle kucaklaşan. Bir de onları izleyen genç bir kadın portresi var, ne kadar uzun bilinmeyen bir kadın. Yorulmuş gibi, belki de biraz melankolik, gecenin sonuna yaklaşıyor belki de, teninde geceyi taşıyor. Karanlıkta zor ayırt edilen motifleri sergiyi baştan başa katediyorlar, 2019’un yazlık mekanından koparılmış çiçekler, ya da yabani otlar gibi. Pistin fosforlu ışıkları, enkazları, enkazlarımızı acele etmeden teslim alıyorlar.

Camille Henrot’nun sergide King Kong Addition adlı uzun bir videosu var. Sanatçı farklı zamanlarda çekilmiş üç ayrı King Kong filmini (Merian C. Cooper ve Ernest B. Schoedsack’in 1933’te çektikleri orijinal kabul edebileceğimiz versiyon, John Guillermin’in 1976’da ve Peter Jackson’ın 2005’te çektiği versiyonlar) üst üste koyarak birleştiriyor. Katmanların saydamlığı ile oynayarak izleyicinin hikayeyi, zor da olsa, takip etmesini sağlıyor. Ancak çok konforlu bir deneyim değil. İzleyici zaman zaman karanlıklarda kayboluyor, görüntü bir labirent, ses ise bazen bir kaosa dönüşüyor. Üç filmin superpozisyonundan kalan en önemli şey devasa canavarla elinde tuttuğu narin genç kadın arasındaki tutkulu gerilim. Birbirlerinden çok farklı bedenlerin, farklı bilinçlerin, farklı yaratıkların programlanmamış, beklenmedik karşılaşmaları. Karşılaşmaktan da öte birlikte çıktıkları, bir filmlik macera ya da sinemanın dehlizlerinde bir gecelik yolculuk.

Erinç Seymen’in dünyasına girebilmek için bazı anahtarlar, bazı kodlar, bazı kapılar var; sergideki yerleştirmesinde olduğu gibi. Yüzeysel bir bakışla mükemmel bir uyum görüyor insan. Siyah lateks eldivenli eller bir tablo taşıyor. Tablo son derece renkli, inanılmaz bir ihtimamla yapılmış, teknik bir resim sanki. Ama yakanızı kolay bırakmıyor, uzaklaşamıyorsunuz önünden. Kendini size sunuyor, hizmet eder bir hali var. Ama diğer yandan sizi esir alıyor. Bir erkek sırtı teninde çok ince işlenmiş bir dövme taşıyor. Bir makinanın iç aksamını, ya da mobilya montajını tasvirler gibi. Matematiksel bir detay anlayışıyla yapılmış. Anlayacak gibisiniz ama tam da anlayamıyorsunuz. Her halükarda buradaki imgeler hem gece kulübünün sahnesine hem de etrafındaki karanlık curcunaya gönderiyorlar. Yaşandığını unuttuğumuz bir döneme geri dönüş için sahip olmak gereken kodları veriyor sanki Erinç Seymen.

Fatoş İrwen üretimlerinde adalet, güç ilişkileri, inanç sistemleri ve cinsiyet politikaları gibi konuları irdeliyor. 2019’da sergilenen Güvenlik Ağı ve Gülleler adlı iki yerleştirmesi kadın saçlarından örerek yapılmış. Eseri birçok farklı açıdan okumak mümkün. Bir yandan kadın bedeninin ataerkil toplumlardaki konumuna gönderirken diğer yandan çağdaş Türkiye'deki politik sorunları da içeriyor, bir yandan da sanatçının son derece öznel yaklaşımının altını çiziyor. Ve 2019’un senografyası bu iki yerleştirmeye, eserin özünü unutmadan, farklı bir bakış getiriyor. Saçlardan oluşmuş kafes, gece kulübünün kuytularındaki bir örümcek ağını hatırlatıyor. Gülleler ana örümceğin yumurtaları gibi etrafı dağılmışlar. Bambaşka bir açıdan bakıldığında ise bir gökyüzü haritası görmek de mümkün, gülleler uzaklardaki gezegenler, yıldızlar. Kulübün en kuytusundan gökyüzünün en uzağına doğru bir hikaye anlatıyor Fatoş İrwen.

Furkan Öztekin’i kolajları ile tanıyoruz. 2019 dahilinde de sahne sanatçısı Ceyhan Fırat’a atfettiği son derece birsen bir kolaj serisi görüyoruz. Buna performatif bir heykel olarak Ceyhan Fırat'ın sahnede kullandığı tacın replikası eşlik ediyor. Böylelikle sanatçı sahne hayatının ışıltısının ne kadar kısa sürdüğünü ancak bir yandan da elzem olduğunu hatırlatıyor. Gece ne yaşanırsa yaşansın, kulüpler ne kadar özgür olurlarsa olsunlar, partinin sonu mutlaka geliyor. Biraz melankoli de var belki. Sanatçının üç mekana yayılan başka bir yerleştirmesi ise kulüplerin kapandıkları ana dönüyor. Tabelaları sökmüş ve indirmişler. Bir dönüşüm başlıyor, hem mekanlarda hem içinde bulundukları sosyo politik alanda. Henüz bilinmiyor. Ama bu özgürlük alanlarının bambaşka ekonomilerin güdümünde son derece kontrollü ticarethanelere dönüşümleri işten bile değil.

Guido Casaretto 2019 için son derece özel yeni bir iş, serginin üç ayrı mekanında da görülebilecek bank ya da koltuk olarak tabir edebileceğimiz oturulabilir heykeller üretti. Atık araba koltuklarının dönüştürülmesi ile de ortaya çıkan bu eserler gece kulübünün içinde bulunduğu, yaşamış olduğu fiziksel mekanla sergi arasında bir geçiş, bir tünel oluşturuyorlar. Şu an artık olmayan mekanın zamana direnen uzantıları gibi. 2019 bir araba mezarlığının ortasına yerleştirilmiş dans pisti, ortası açılmış bir vahaydı. Post endüstriyel bir mezarlık! Kurduğumuz ama pek de başarılı olamamış medeniyetin sonunu müjdeleyen bir alan. Medeniyetin kapsayamadığı bedenler, kontrol edemediği hareketler, hüküm altına alamadığı bireyler bu mezarlıkta dışarıdaki işlemeyen katı ve yaşlanmış sistemi unutmuşlar. Bir ya da bir kaç gece. 

Isaac Chong Wai 2019'a bir çok işi ile katılıyor. Bunlardan bir tanesi belki de serginin tam orta noktasında bulunan Falling Carefully adında neon yerleştirme. Yine bir çok farklı noktadan bakarak okumak mümkün. Ancak sahneyi düşündüğümüzde danstan ya da alkolden, açık havadan ve gösterilerden sarhoş olmuş insanların yalpalamalarını, ve kendilerine hafifçe bırakarak, bile bile düşmelerini hatırlatıyor. Vogue performansçılarının bazen sert ve ani, bazen yavaş ve özenli olarak yaptıkları gibi. Defilenin katı ve kurallı yürüyüşünden bir anda kurtulmak, kendini yere bırakarak bir anda karşısında gökyüzünü bulmak, ağırlıkları bırakmak. Eserin 2019 bağlamında düşündürebileceği başka bir şey ise gecenin sonundaki düşüş. Yükselerek son derece hareketli, bambaşka boyutta geçirilen bir gecenin ardından kulübün ışıkları yanar, müzik susar, i̇nsan sesleri tekrar duyulur. Kulaklarında ritmin hayaleti, 2019 gezegeninden yeryüzüne inenler, biraz melankolik ama mutlaka yorgun, yavaş yavaş dağılırlar. Isaac Chong Wai’in yerleştirmesi sonunun ihtimamla olması için iyi niyetli bir dilek sanki.

İz Öztat’ın 2019'da iki farklı eseri var. Eşik yüksek metal bariyerlerden oluşan bir yerleştirme. 2019'un dans pistini bölüyor, deneyimlediğimiz özgürlük alanının sınırlı olduğunu hatırlatıyor bize. Öztat, polisin insan hareketlerini yönetmek için kullandığı engellerin estetiğinden yola çıkıyor ancak nesneleri modifiye ederek düşünüyor. Bu bariyerler, içinden geçilebilecek kadar yükseltilmiş, ilk öngörülen işlevlerini yerine getiremeyecek, yani insan geçişini engelleyemeyecek bariyerler. İktidarın kurguladığı estetik mevcut ancak nesneler bu noktada işlemez haldeler. Sanatçının sergide bulunan diğer bir eseriyse Sisters (After Claude Cahun) ismini verdiği bir fotoğraf, bir portre. Betimlenen yüzler başka bir zamandan gelmiş gibiler. Onları bir araya getiren bir şey olduğu seziliyor, neredeyse tekinsiz bir benzerlik. Aralarında duyulamayan, rasyonel bir şekilde açıklanamayan bir diyalog var. Bu karşılaşma ruhun karanlıklarında belki, bilincin kontrolü dışında hissedebileceğimiz bir karşılaşma.

Jaffa Lam Laam Hong Kong’lu bir sanatçı. Dolayısıyla içinde yaşadığı bölgenin son yıllardaki dönüşümüne, iki ülke arasında bir çekişme sahnesi olmasına son derece büyük bir hassasiyetle yaklaşıyor. Sergideki eserlerinden bir tanesi Shot the Star, 2014'te Hong Kong’da olmuş bir direniş hareketine gönderiyor. Boyunduruğu altına girdiği Çin'in yaptırımlarına bir şekilde direnen halk, bütün çeşitliliği ile sokağa çıkıyor. Ancak o tarihten sonra bölgede özgürlükler son derece kontrollü alanlara sıkışmak zorunda kalıyor. Bu gerileme son yıllarda içinde bulunduğumuz coğrafyada da hissettiğimiz bir durum. 90'lardan 2019'a baktığımızda umut dolu gitgide ilerlediğimiz bir gelecek vardı. Bugün baktığımızda ise bir çok şey kayıp gibi duruyor. Oysa ki renge, ışıltıya, umuda, özgürlüğe, gökkuşağına, gecelere, dans etmeye, ve tabi tahakkümü unutmaya ihtiyacımız var.

Lucia Tallová’nın Clouds adlı son derece ihtişamlı gökyüzü tablosu 2019’un dans pistinde biraz yukarıda duruyor. Flu ve baş döndürücü bir manzara. Aynen gece kulübünde dans eden, bazen de danstan yorularak kendilerini araba enkazlarına bırakan, orada uyuyan, hayal kuran, hülyalara dalan bedenlerin gece kulübünün tavanı olarak tabir edebileceğimiz uçsuz bucak gökyüzüne baktıklarında hissettikleri gibi bir kendini unutma durumu. Aynı gökyüzü başka yerlerden çok farklı gözüküyor olabilir. Başka yerlerde son derece gri olabilir, insanlığın üzerine kapatılmış kurşuni bir kubbe olabilir, son derece monoton son derece sıkıcı! Ancak 2019'un üzerindeki gökyüzü yukarısı ve aşağısı arasında bir sınır değil artık. Yükselmeyi bilen bedenlerin sığındıkları, katı kuralların geçerli olmadığı, geçirgen ve hafif bir yaşam alanı. Tallová'nın sergideki kolajları ise bedeni düşünmenin, bedeni yeniden kurgulamanın onlarca farklı yolu gibi duruyorlar. 

Maria Klonaris & Katerina Thomadaki birlikte çalışan ve Paris’e yerleşmiş iki sanatçı.1970’lerden bu yana performans, deneysel sinema, video ve fotoğraf gibi medyaları kullanarak üretiyorlar. Sergide iki işleri var bunlardan birincisi 20. yüzyıl için ağıt adlı video. Maria Klonaris’in babası İskenderiye'de doktorluk yapıyormuş. Onun arşivlerinde buldukları bir hermafrodit fotoğrafını melek imgesine yaklaştırıyorlar. Ayakta duran ancak gözleri bantlı bu cinsiyetler üstü, cinsiyetler ötesi, meleksi beden videoda son yüzyılın travmalarıyla karşı karşıya geliyor. Biraz 2019'un bugünün gerçeği ile yaşadığı gerilim gibi. İkili ismini pulsating star’ın kısaltmasından alan Pulsar adlı bir diğer videoda da melek imgesini kullanıyor, ancak bu kez melek Maria Klonaris’in ta kendisi. Galaksiler ötesi bir gezegenden gelmiş imgeleri düşündüren estetikle kamera karşısında, transa geçercesine hipnotik bir dans performe ediyor. Klonaris’in tutkulu dansı 2019'da kendini unutmuş insanlara, kendinden geçen bedenlere yol gösterebilecekmiş gibi.

Memed Erdener’in sergide yer alan eserlerinden ilki son derece eğlenceli bir Pinokyo heykeli. İroni ve kahkahaya methiye adeta. Pinokyo bir şekilde üzerimizde kurulmuş tahakkümle alay eden bir heykel. Kuklanın kendisi uygulanan kontrolü canlandırıyor, son derece sevimli bir yüzü var ancak kendi kendini ele veriyor. Burnu uzamış, zira yalan söylemeye başlamış. Daha ne kadar bize yukarıdan bakabilecek? Daha ne kadar yalanına devam edebilecek? Ve daha ne kadar biz onun uyguladığı iktidara tahammül edeceğiz? Erdener’in sergideki ikinci çalışması ise Bul Beni adlı bir tablo. Kimi aramaya çıkacağız? Kimi bulacağız? Ve ararken ne yardım edecek? Duyular muhtemelen. Her şeyi beş duyu ile algılayamıyoruz. Mesela mehtap, sadece görebiliyoruz. Gece kulübünde ise beş duyu da çalışıyor. ‘Beş dünyamız var. Bir duyusunu kaybeden bir dünyayı kaybediyor.’ diyor sanatçı! O zaman gün doğmadan önce beş dünyanın tadını çıkarmak gerekiyor, dünyalar kaybolmadan önce kıymetini bilmek gerekiyor.

Zeynep Kayan’ın sergideki işleri görüntüleriyle olduğu kadar sesleriyle de önemliler. Fotoğraflarındaki sessizlik örneğin… Gece kulübü kapandığı anda, ışıklar yandığında, gecenin sonundan hemen önce yaşanan sessizlik anını hatırlatıyor. Müziğin etkisi altındaki bedenler ses kısıldığında ve ışıklar yandığında bir an içinde bulundukları fiziksel mekanla olan bağlarını kaybediyorlar. Sükûnet içinde ayrılıyorlar. Karanlığa doğru bir gezinti tekrar başlıyor. Yeni gecelerin peşinde dolanmaya başlıyorlar. Kayan’ın sergide yer alan iki videosu ise sesin başka bir ucundalar. Bir sandalye ile yaptığı performansını görüntülüyorlar, 2019’un kulisleri belki, ya da belki partiden hemen önce ya da hemen sonrasında dans pisti. Boş henüz. Sadece bir ses var, rahatsız etmekle büyülemek arasında bir ses. DJ’lerin ritmin ortasında yaptıkları pitch’i hatırlatan, ya da belki dans pistindeki bir çığlığı. Pür dikkat dinlemek gerekiyor! 


** Sergi, 2019 ya da başka bir gece kulübünün özel tarihini yazmak ya da İstanbul gece hayatının analizini yapmayı amaçlamamaktadır. 90'lı yıllardaki İstanbul eğlence hayatında deneyimlenmiş özgürlük hissini hatırlamak için hazırlanmış sübjektif bir yerleştirmedir.

Boya sponsoru: JOTUN


» BUNLARI DA GÖRÜN

Sanatçı Sayfaları
  - Alpin Arda Bağcık
  - Guido Casaretto
  - Isaac Chong Wai
  - Memed Erdener
  - Fatoş İrwen
  - Zeynep Kayan
  - Jaffa Lam Laam
  - İz Öztat
  - Erinç Seymen
  - Lucia Tallová

Sergideki Çalışmalar